Sayfalar

PostHeaderIcon Tende Bir Can, Dudaklarında Bir Nefes Olduğumu Hayal Ettiğim Geceler Tükettim Ben…

Tende Bir Can

Tende Bir Can Dudaklarında Bir Nefes Olduğumu Hayal Ettiğim Geceler Tükettim Ben...

Tende Bir Can Dudaklarında Bir Nefes Olduğumu Hayal Ettiğim Geceler Tükettim Ben…

 

     Aşk; en cesurumuzu bile kendisini inkâra götürecek kadar heybetliymiş meğer. İçine girildiğinde; bu heybet insanı kendine katıyor da uzakta durulduğunda yalnızca korku salık veriyor kalplere. Sonra yıllarca aynı türküyü söylüyor insan: Aşk yok ki zaten!

 

     İşte ben böyle bir türküyü en yüksek sesimle haykırırken vuruldum sana. Planlı değildi vuruluşum, öngörülebilir değildi. İlk kazandığım zamandan sıyrılmak oldu. Artık zamana maruz değildim. Andım. Andaydım. Her andaydım. Geçmişim, geleceğim ve bugünüm milyarlarca an parçasına bölünmüştü ve hepsinde sen hüküm sürüyordun. Anlam verme çabamı bırakıvermiştim. Zira bu aşk denilen, bütün anlamların üstünde olmalıydı. Hangi kapıyı açsam sana çıkıyor ve yine hangi kapıdan kaçmaya çalışsam karşımda seni buluyordum. Kaçmaktan da vazgeçmiştim. Neden sonra farkına vardım bilmiyorum; ama her şeyden vazgeçebilirdim, senden asla! Kendimden mi? Ondan çoktan vazgeçmiştim.

 

     Tende bir can, dudaklarında bir nefes olduğumu hayal ettiğim geceler tükettim Ben. Tükenen her gecenin sabahında sana yeniden doğuyordum. Yanarak yok olan, sonra küllerinden yeniden doğan, masalların Anka Kuş’u ben olmalıydım. Sen ise benim hayallerimi süslemiyordun. Sen benim hayalimdin. Şimdi hayalde mi gerçekte mi bilmiyordum. Zira ben bir hayale bin gerçeği takas edendim. Gözlerime dünya telaşı ile ilgili hiçbir şey değerli gözükmüyordu. Sessizliğime bile sirayet etmiştin ya; benim için gerisi adiyattan şeylerdi. Biliyordum, yakında adım deliye, meczuba çıkacaktı. Varsın olsundu, çıksındı. Bu aşk kalbimdeyken o kalp nasıl çatlamasındı? Bu aşk aklımdayken o akıl nasıl darmadağın olmasındı? Gözüm; aklımda da kalbimde de değildi. Zira ikisi de zaten senindi.

 

     Aşka yükseliyordum. Sana yükseliyordum. Ayağıma pranga diye vurulan tüm tensel hazlardan kurtuluyordum üstelik. Her anıma hükmeden sen, kâinattaki her zerreye de hükmediyordun. Ya da ben yalnızca sana ait bir kâinatın minik parçacıkları haline geliyordum. Aşk’ın tokluğuna ya da birkaç kez aşık olunabileceğine dair yapılan vurguları önce küçümsüyor sonra da herkese verilmediğini anlayınca aşkın; o vurgulara tenezzül etmiyordum. Biliyordum ki; aşk, kendisinden başka hiçbir şeye tenezzülü gerekli kılmazdı.

 

     Bildiğim ve bilmediğim her şeyi göze alarak yola çıktım ben. Evvelinde ve ahirinde sen olan her türlü oluşa razı gelerek ilerliyordum. Kalbimde şikâyetin ve ümitsizliğin zerresine dahi yer yoktu. Yalnızca sana yer vardı benim yerim yalnızca sendeydi. Başka herkesin dünyalarında yer vermeye çalıştığı her şeyi gönüllü olarak reddetmiştim. Benim gönüllülüğüm yalnızca sanaydı. Sana dair her şeye gönüllüydüm. Yine de şu tek duayı dilimden düşüremiyordum; sen de bana gönüllü olmalıydın!

 

     Aşk yaktıkça tutku büyüyordu. Her geçen an sana dahil olsam da; daha da dahil olasım geliyordu. Ben; sonsuz sayıda parçaya bölünmeli ve senin sonsuzluğuna akmalıydım. Aşkın sonsuz olduğunu bu halim ile anladım. Her geçen an daha derine indim ve dönüp de kat ettiğim yola baktığımda aslında yolun başında olduğumu gördüm. Yaşadıkça gördüm ki; şimdiye kadar hakkında okuduğum hiçbir şey Aşk’ı anlatamıyordu. Onu anlatmaya çalışan her cümle aslında eksikti. Kuracağım cümlelerin eksikliğe mahkûm olduğunu gördükçe sessizliğe daha çok sığınmaya başladım. Anladım ki; seni anlatan şey konuşmak değil, sükût etmek.

Esin Dinçer

2.270 Okuma


Hadi Sende Ekle

Site İçi Arama
Adsense